22 Eylül 2013 Pazar

benim de bir zayıflama reçetem olsun!


gönlümce yiyip içtiğim, -2 aylık tenis denemesini saymazsak- spor namına kılımı kıpırdatmadığım on yılın ardından ben de diğer hemcinslerim gibi zayıflama, spor, kalori ve diyet gibi sözcükleri günlük konuşma dilime montelemiş bulunuyorum. hepinize geçmişolsun şimdiden.

on yıl önceki denememde kurumsal bir şirkette satış sorumlusuydum ve sürekli bayi-şube müdürleriyle haşır neşir olduğum için çok ama çok abartılmış öğle yemekleri (iskender, beyti, döner, türlü otantik kavurmalar-kebaplar, elbette lavaşlar, salata ve künefeler...) yiyor akşam yemeği almıyordum.

bu yöntemle bir ayda altı kilo vermiş bildiğin zayıf bir kız olmuştum.

o kilodan 12 kilo ağırım şu an.
bu yılki denememde çalışmayıp evde oturduğum için bir miktar şanslıyım. sağlam kahvaltı, öğleden sonra yürüyüş (tempolu) saat beş gibi akşam yemeği. ve kapanış.

eğer yürüyüş yemekten sonraya dek düştüyse ne ala. ama yürüyüşten sonra yemek yendiyse 15-20 dakika kondisyon bisikleti kullanıyorum.

bir ay sonra ak koyun kara koyun çıkar ve sonuçları mutlaka paylaşırım.

23/09/2013 aydinlikta

Kısa'ca: Hatırladıkça iç burkan garibanlık anıları


yıllar geçse de unutulmaz anlara aittir.

bir örneği abimin sünnetlik anılarından geliyor.

akrabamızın oğlu selami'nin sünnetlikleri ile sünnet oldu abim.
sünnet yatağında selami dibine oturmuş abimin.
-ver lan sünnetliklerimi
+selami bi sus nolur yaa. iyileşiyim vercem yaa.
-banane şimdi ver. ver sünnetliklerimi

sonrasını şöyle özetliyor abim;
+selami dibimde çemkirmeye başlayınca etrafımdaki herkes,herşey büyüdü büyüdü. ben küçüldüm küçüldüm küçüldüm...


02.03.2011 00:13 ~ 09:52 aydinlikta

Kısa'ca : Yalnızlık


öyle garip bir hal ki...

tercih'li durumda bile bir an; "neden ben yalnızım? tüm dünya sevdikleriyle bir arada gülüyor, eğleniyor ben neden tek başımayım?" duygusu geliyor ve ölesiye mutsuz oluyorsunuz.

sonbaharsa, akşamsa, karanlık bir yoldaysanız ve yanınızdan "tek" kimse geçmiyorsa duygu iyice tırmanıyor.
dudağı bükülmeye meyilli bir mahluksanız çok yalnız kalmamanız önerilir.

22.09.2013 00:41 aydinlikta

Türk usulü çocuk nasıl yetiştirilir?


dengesiz davranın. bi "eşşek kadarsın bunu akıl edemiyo musun" diyin bi "el kadar sıpa bana laf öğretiyo".
kardeşler arasında ayrım yapın. köfteyi diğerine ayırın misal. ve kız olanı erkeğin ayak işçisi yapın. erkek hep çocuk, beceremez olsun. kız da "koskoca kızsın öyle oturma!".
gereksiz panikleriniz olsun. okuldan yarım saat geç gelirse karakola başvurun.
onun önceliklerini önemsemeyin. evde koltuk yokken/ fabrikada makina yokken 23 nisan kostümü de ne allaşkına?
babasını/ annesini ona kötüleyin. e insan çocuğuyla da dertleşemeyecekse artık...
eşinizi karşınıza alıp onun yanında kana kana kavga edin. hayatla yüzleşsin.
yaptığı yaratıcı çalışmaları, ödevleri ucuzlaştırın. onu bıraksın da matematik çalışsın sıpa!
en önemli madde; sizin önceliklerinizi yaşamasında diretin. siz oku! dediğinizde okusun. çalış! dediğinizde çalışsın. evlen diyin evlensin. evlenmesi gerekirken hala okuması şüphesiz ki bize aykırıdır.


13.04.2013 08:41 aydinlikta

GÜÇLÜ kadın


genetik midir sonradan mı kazanılır bilinmez.

davranışlar refleks halinde sergilenir.

hesap geldi mi el hemen cüzdana gider.
'seni eve bırakayım mı 'soru cümlesine
'yok yaa ne gerek var ,atlar bi taksiye giderim' diye ;
elinde taşıdığın poşet,çanta vs. ye uzanan ele
'bırak bırak ben hallediyorum' diye karşılık verir.

güçlü kadın karanlıktan,evde yalnız kalmaktan korkmaz.öyle konumlandırılmıştır çevresi tarafından,
güçlü kadın ampul değiştirmek için karşı cinsten yardım isteyince şaşkın gözler ona çevrilir.
güçlü kadın arabasını bakıma da yıkamaya da götürür.
güçlü kadın kredi çeker,borç öder,mal mülk alır.
güçlü kadın çocuk doğurur,veli toplantısına gider,yurtdışına dil eğitimine götürür yavrucağını.
güçlü kadın sorun yaratan değil sorun çözendir hep ailesi ve çevresi için.
güçlü kadın akıl verir,dert dinler,deva olur.
güçlü kadın dava açar,iş takibi yapar bürokratik birçok işi halledebilir pratik yoldan.
güçlü kadın çalışan,üreten,iş bitirendir.

duygusal açıdan;

güçlü kadın koca bulmak için çeşitli atraksiyonlar yapmaz .beceremez ,tenezzül de etmez.

güçlü kadın ağlamak için mutlak olarak bir erkek omzu aramaz.

güçlü kadın sevgisini de sevgisizliğini de mertçe dile getirendir.sevilmese de sevebilendir.

ayrılığı da birliktelik kadar hazmedebilendir.

yenilgiyi de kazanmak kadar kabullenebilendir.

çeyreği etmeyecek kadınlara tercih edilse dahi hiç kendini bozmadan el sallayabilendir.

güçlü kadına sahip bir erkek, altında ezilmeyecek kadar komplekssiz ve özbarış sahibi ise ,kanımca ondan şanslısı yoktur.

anlayana elbette...


26.12.2011 00:53 aydinlikta

AŞI

şimdi çocuk olsaydım da
sol kolumu sıyırsaydı hemşire abla
'acımıycak korkma' der demez
varsın canımı yaksaydı damarlarıma nüfuz eden sıvı

kolumun üst tarafında tatlı bir ağrı
vücudumda hafif bir ateş olsaydı
yanaklarım kızaraydı az biraz
okuldan annem alaydı beni
ya da abim kolumu acıtasıya atsaydı elini omzuma
eve gitseydik

yarın tatil olsaydı
sıcak sobanın başında ekmeğimize sanayağ sürseydik
açık çay içseydik

taş devri ,heidi ,arı maya izleseydik
sonra bir anda bir hışımla dövüşseydik

sandalyelerden araba yapsaydık
iskambil kağıtlarından kat çıksaydık

şimdi çocuk olsaydım da
hani en büyük korkumuzdu ya;
iki kolumuza da yapsalardı aşıyı.

takvimler 80'lerin başı olsaydı
ihtilal olmuş ,özal gelmiş
ekmek,yağ kuyruğu bitmiş
birileri acılar çekiyor oysa, biz bilmeseydik

çocuk olsaydım şimdi
öğretmenin gözdesi,çalışkan öğrenci
evde kucaklardan inmeyen evin küçüğü
mahallede 'ne terbiyeli çocuk bu'
olsaydım

sanırdım ki büyük acı aşı
vursalar hergün
canım yanmaz şimdi
aşı

aşı
sağlıklı yetişkinliğin ilk şartı

kabakulak ,çiçek filan olmadım ama
hiçbir acımın önüne geçemedi
aşı.

04.01.2011 22:54 aydinlikta

"Bizim" AKM

çinde, büyük salonda tiyatro oyunu izlediniz mi?
opera, bale izlediniz mi?
senfoni orkestrası konseri dinlediniz mi?

bunları yapmadınızsa bir duygu beslememenizin normal olduğu bina.

ancak ben en güzel oyunları orada, büyük salonda izledim.
hayatımda ilk kez opera izledim o binada. öğrenciyken haftada bir uğradığım, işe başlayınca iş arkadaşlarımı motive edip topluca götürdüğümdü.
erişilebilir bir yerdi sonra. çat kapı gidip gişe açıksa bilet varsa alıp oyunu izleyebiliyordun. şehrin göbeği.

ülkemizin ilk kültür merkezi olduğunu sanıyorum. inşaatının yüklenici müteahhitlerinden biri rahmetli babamdı dahası. kendisi köyden kente gelip istanbul'un inşaasında önemli bir rol üstlenmiş.
uyduruk apartmanlar değil, özel projelerdi bunlar;
akm, radyoevi, sirkeci garı. hepsi ailemizin de belleğinde çeşitli anılarla.
ben babamı kaybettikten sonra öğrenmiştim akm'yi mesela. ondan sonra daha da anlamlı oldu benim için.

halen ikinci üniversite olarak arkeoloji bölümünde okuyorum.
kültürel mirasımız olan binaların, şekilleri çirkin de olsa şehrin belleği olduğunu düşünüyorum.
bunu öğreniyorum ayrıca.
restorasyon yapılabilir, kurtarılamaz diyorsan restütisyon ve rekontrüksiyon yapılabilir.

roma'ya gittiğimde rehberimiz otobüsle tura giderken
-binalara bakın! demişti.
baktık, nedir diye sorduk.
-ikinci dünya savaşında bu binaların hepsi bombalarla yıkıldı, dikkat edin ikinci kattan sonraları farklıdır biraz.
dedi.
evet, binaların ikinci katından sonrasi sonradan ama bir örnek ve aslına en yakın şekilde inşa edilmiş.

hükümet, devlet neyse artık, görevi ve sorumluluğu über modern şehirler yapmak değil, elindeki mirası geleceğe taşımak için çalışmalar üretmektir. çünkü hükümet geçici, şehirler kalıcıdır.

aksi yerden bakarsak,
roma'daki kolezyum da harabe,
ispanya'da ki sagra de familia berbat görünüyor,
kabe'yi şöyle cam metal karışımı yapsak,
topkapı sarayı'nın dışını giydirsek...

oluyor mu? olmuyor değil mi?
akm de bu kentin miraslarından biri. bir biçimde ayakta kalırsa 200 yıl sonra o da anıt olacak işte.

o nedenle,
-ben de direnişçiyim ama çok çhirkin yeah! demek meseleyi kaba etinden bile anlamamaktır.

nokta.

14.06.2013 15:47 aydinlikta

çocukluk travmaları

lkokul birinci sınıftaydım.
o gün son dersteyiz. ablam bana bir kurşun-kırmızı kalem hediye etmişti. ama böyle dışı renkli, çizgili havalı bişey.
derste ne yaptıysam düşürdüm yere. ve kalem buharlaştı.
dörtgöz dilek var arkada ona soruyorum, yok. (o zaman öyle denirdi, denyoluk. şimdi ben de dörtgözüm) yanımdaki ayşegül'ü azarlıyorum yok. bir küme alarma geçtik kalemi arıyoruz ders akıyor bir taraftan. yok oğlu yok. umutlarımın tükendiği sırada ders de bitiyor ve o titrek kalem arama sesim baya gözyaşılı dövünmeli ağlamaya dönüşüyor. tüm veliler beni çembere almış bu ayini izliyorlar.
öğretmenim diyor "sana yeni kalem alayım" , yok.
bir veli diyor "al ahmet'in kalemini vereyim" , yok.
iki sınıf üstte okuyan abim zavallı yanıma gelmiş. ben böğürüyorum o yanımda çaresizce dikiliyor.

zor bela ikna ettiler beni eve doğru yollandık. yıllarca gözüm hep o kayıp kalemde kaldı.
ilk,orta, lise, üniversite tüm müfredat bitti. benim o kanlı gözyaşlarımı gördüğü halde kalemimi çantasına atmış sinsi sinsi evine giden şerefsize olan kinim hiç bitmedi. kimdi? kalem neydi?

ayrıca; sen kuş muydun, uçtun mu? ne acaip bi kalemdin arkadaş!

20.01.2013 23:47 ~ 23:52 aydinlikta

otel odası

yalnızlığın adıdır.

kendi kendine konuşturur insanı.
odayla bütünleşmeye çalışırken..

kumanda tuvalet aynasının mı, komodinin mi , televizyonun mu üstünde ?

minibar nerede ? televizyon altındaki dolap içinde mi yoksa gardrobun yanındaki küçük kapıdan girince mi?

acaba gardrobun içinde havlu terlik var mıdır ?

banyoda bornoz asılı mıdır ?

bu pencere açılıyor mudur ?

odaya kettle koymuşlar mıdır ? kettle 'ın yanındaki 0.5 lik sular bedava mıdır?

şu yatak örtüsünü çeksem kolaylıkla çıkar mı?

yastıklar kuş tüyü müdür ?

ayağımı bastım ama halı temiz midir ?

suyu kolay ayarlayabilecek miyim küvete girince ?

sabah kahvaltı kaça kadardır ?

oda servisinden türk kahvesi istesem gelene kadar soğur mu?
.....

bu soruların önemli bir kısmını sorarsın kendine mırıl mırıl.

yerleşme harekatı bittikten sonra eline kumanda,
sigara içiyorsan yan komodinine sigara, küllük ,
su
alırsın.

televizyonu açarsın.

odadan sürekli tıkırtılar gelir.
ara ara koridordan turist sesleri duyulur.
işgüzar bir otel yöneticisi meyve sepeti yollar bazen
kapı tıkırdar ' kim o ?' 'oda servisii'

izlediğin hiç bir şey tad vermez.
gelen meyvenin şarabın yüzüne bakmazsın.

bir ara, -varsa eğer- balkona çıkarsın.
hava alırsın.

ama yalnızsın işte.

evdeki yalnızlıktan çok daha koyudur otel yalnızlığı .

kendini sokağa atılmış bir kedi gibi görür , içlenirsin.

herkes evdedir.
çay içiyorlardır şimdi.
kahkahaları duyluyordur alt kattan.

sen yalnızsın.

saatler uzar.
bir kaç saat uyku şansın vardır. bazen sadece bu uyku için oteldesindir.

ancak gözler çok zor kapanır.

sabah daha bir yorgun uyanılır.

otel yalnızlığı, çok dokunaklıdır...

25.06.2011 00:21 ~ 00:23 aydinlikta

ilhan irem

dün gece kuruçeşme arena'da ilk defa canlısını izlediğim sanatkar.

bi kere şunu kabul edelim,
-ben değilim
-anlasana
-yazık oldu yarınlara
-işte hayat
-konuşamıyorum
-boşver arkadaş

bunlar kült. yani türk hafif müziği dendiği vakit, best of çıkacağı vakit anılması gereken eserler.

ancak seksenlerin ortalarından itibaren (yani ilhan irem'in takvimine göre, ışık ve sevgi çağı başlangıcı) ilhan irem' in kendi felsefesi ve soundunu arayış ve buluşuyla dinleyiciden koptuğunu düşünüyor ve bu anlamda öfkeleniyorum da kendisine.
dün alıcı kulakla tekrar dinledim o eserleri. sürgün gibi masallarda muazzam bir şarkı, ancak koronolojik olarak ondan sonra üretilmiş olan eserleri ne yazık ki kendisinin de bilinçli bir tercihle işaret ettiği gibi başka bir kozmik alana hitap ediyor.
zaten bu konser için sahne ve led ekran prodüksiyonları hep kozmik bir konsept çerçevesinde hazırlanmıştı.

ancak işte biz hafif faniler, türk hafif müziği sevdiğimizden kelli, boşver arkadaş şarkısı başlayınca, salya akıta akıta el çırpa dövüne eğlendik akşam.

sanatçı kimliği ve ne olursa olsun üretkenliği ve duruşuyle kesinlikle saygıyı hakediyor.
zira ilkokul fişi kahramanı isimli popçularla kıyaslamak bile büyük haksızlık olur üstada.
tükenmekte olan ve yaşlandıkça içimizi cız ettiren bir kuşağın değerli bir üyesidir.
çocukluğumdur her şeyden evvel ilhan irem.
uzun yıllar ışık ve sevgiyle yaşamasını dilediğimdir.

24.09.2012 00:14 ~ 19:18 aydinlikta

"kadın"

doğumundan itibaren üzerinde bir lanet dolaşan...

-neyi oldu?
+kız.
-e olsun daha gençler yine olur.

benim bildiğim bu topraklarda erkek evlat yakalanana kadar doğurdu analar.

ancak erkek evlat doğduğu gün silahlar atıldı göklere doğru.

kız.
eksik etek noksan akıl.
kendisinden toplumun bi sürü bi sürü beklentisi olan.
annesine yardım eden, babasının çoraplarını çeken, kardeşlerine mukayyet olan, ergenliğe doğru çeyizler düzen,
ağırbaşlı olan, fazla gülmeyen, erkeklere bakmayan, kafası önüde okuluna gidip gelen.
çabuk olgunlaşmak zorunda olan. abisine ablalık yapan.

birisi çelse aklını. sevgiye dursa binbir felaket senaryosu ile aklı karıştırılan.
erkeklere güvenme!

kendini korumak zorunda olan. zarının etrafını başka bir çeperle örmek zorunda olan.

zırhlarını yavaş yavaş indirdiğinde artık makus talih mi yoksa şartlandığı olumsuzlukların hayat geçmesi midir bilinmez
erkeklere güvenmemesi gerektiğini idrak eden...

ailesi okumasına izin verdi. öğretmen filan olsun bari. tam kadın işi.

kadın...
başarılı olsa da çoğu kez bunu perdelemek zorunda olan.
erkeğini ezmemesi gereken.

kadın...
ültimatomların hedef tahtası.
çok gülme kötü kadın derler.
hava karardığında evde ol.
göster ama elletme.
evlenmeden verme.

vermezsen geri kafalı ,soğuk.
verirsen orospu
derler.
belediyeden imzalı kağıt getirmedikçe hiç bir ilişkisinin meşruiyeti yok.
ben bunun karısıyım diyemedikçe etrafında uğuldayan mırıltıların bitmediği

buldu birini evlendi.
ya da diyelim münasip bir kısmetle evlendirildi.
kadın ; yuvayı yapma misyonu olan. aldatılsa da başa geleni çeken.
çocuklarının başında oturan.

kadın...
namusunun koruyucusu bi erkekler erkekler var etrafında daima.
babası
kardeşi
abisi
üst komşunun oğlu erol
bakkal hasan amca
kuzen erhan
iş arkadaşı murat
kocası adem
kayınbiraderi hakan

kadın...
doksanlı yıllardan itibaren iş hayatına katılmasıyla ayakları daha sağlam basarken omurgasına ağır yükler altında olan.
erkeklerin dünyasında var olmaya çalışırken tırnakları kırılıp kasları güçlenen.

ne var ki hala yemeği yapan
evi toplayan
çocuğun ödevlerini yapan
ütü yapan

hem içeride hem dışarıda
her cephede savaşa mecbur edilen.

yorulan , yorulan...

i11.06.2011 00:27 aydinlikta

düzgün erkeklerin hepsinin kapılmış olması

hayatımda hiç düzgün erkek sevemediğim için benim hesaplarımı şaşırtmayan durum.

bazen bir yerlerde gezmekte, yemekte filan denk geliyorum bu tiplerle.
mavi, kolları yakası ütülü gömleği, toprak rengi pantalonu, camel pabuçları, traşlı yüzü, taranmış saçları, tertemiz arabası, muhteşem diksiyonu ve zarif sesiyle ile adeta kont olan bu arkadaşımızın yanında hanım hanımcık, saçları düzgün balyajlı, üzerinde efil efil elbisesi, ince parmakları ve sesiyle oturan düşes bir hemcinsimi görünce derin bir oh çekiyorum.

şimdi bunlar ne konuşuyorlardır? oğlan terfi almıştır. maaşı artmış olabilir. belki şirket yurtdışına gönderecek. şirketin berlin'deki regional manager'ı çağırmıştır belki de kim bilir. kız bir kolejde rehberlik hocası. şirin miniklerden sözediyor.
sonra yeni çıkan dvd'ler meselesi var. şirince çok şirin. olympos ne kadar haşin!

hesap geliyor. oğlan luis vuitton cüzdanını çıkarıyor. özenle yerleştirilmiş kartların arasından birini çıkarıyor. bir de 20'lik bahşiş için.

kız cüzdandan hallice çantasını kucağında topluyor.
arabaya yürüyorlar.
arkalarından bakıyorum.
ı-ıh olamazdı. ne bu çocuk bana tahammül ederdi.
ne ben bu durağanlıkta kanser olmayıp ölüp gitmezdim.

düşünsene çocuk eve bırakacak. 3 dakika sonra arayacak merdivenden sağl salim çıkmış mı? sonra sabah günaydın mesajı. haftasonu brunch havuz.
akşamına sortie vs.

o kadar ezber ki.
bize böyle yarın arar mı bilemediğimiz tipler gider. bunu da bir ara tasvir ederim.

28.07.2013 02:06 aydinlikta

seksenlerde çocuk olmak

varoş tabir edilecek bir yerde yaşandı ise daha ilginç anılar biriktirmiş olmak demek.

ev kadınlarının grupça akşama dek sokakta, kaldırımlarda oturup örgü örmelerini,
bazen yün çırpmalarını, bazen halı yıkamalarını görmek demek.
onlar bu işlerle meşgulken çocuklarının sümüklü, kir pas içinde üstleriyle düşe düşe dizlerini yırtmalarını izlemek demek.

mahalle kavgası demek. en az haftada bir kez çocukların kendi aralarında yaptıkları kavgaların aileler arası bıçaklı, küfürlü arbedelere dönüştüğüne tanıklık etmek.

çocukların sıkça kaybolması ve olmadık yerden çıkmaları demek.

çingene düğünleri izlemek. sokakta çalgılı, türkülü - çoğu kez hiç duyulmayan müstehcen şarkılarla- yapılan garip düğünler demek.
evdeyken sokakta oynayan erkek çocukların küfürlerini naklen dinlemek demek.

kalaycıları bilmek demek. mahallenin köşe bir yerine oturmuş çingene bir karı kocanın bir ateş yakarak ve ellerinde pamukumsu bir şeyle bakır kapları kalayladığını görmek.

el arabasında et satıldığını görmek. kılıksız bir adamın ' et var et var et' sloganıyla,üzerine sinekler kalkıp inen etleri satıyor olduğunu görmek.

zerzavatçılar demek. mahallenin kadınlarıyla kanka olan zerzavatçılar.

kocaları gurbette olan kadınların acıklı öyküleriyle büyümek demek.
bazen okuması olmayan bu kadınlara kocalarından gelen mektubu okumak demek.

mavi mavi demek.
gülhane parkı konserleri demek.
bir evin terasından yazlık sinemada gösterilen ferdi tayfur filmini izlemek demek.

televizyonu olmayan akrabaların evinizi ailece işgal edip istiklal marşını görmeden gitmemeleri demek.

benim için en özlenilenler listesi;

küçük bez mendil
adidas çakması lacivert eşofmanım
dokuz taş oynamak
açık satılan gofret
pembo sakız
değerli çizgi film
kenar süsü
akşam üstleri kızkıza yapılan voleybol
camdan bakmak
ve teybin sesini sona kadar getirip camdan bakmak.


22.10.2011 00:15 aydinlikta

trt istanbul radyosu binasının satılması

tam açılımı,
-trt istanbul radyosu binasının birleşmiş milletler binası olarak kullanıma verilmesi şeklinde olan haber. 

ancak görünürde satış olmayan bu eğilim bilmem kaç yüzyıllığına kiraya verilerek tamamlanır. oradan gelen gelir mühim değil zaten. teknik bir engel varsa kiralar olur biter.

darbe paranoyası yaşayanların öcü gibi korktuğu, önce kapıdaki askerleri çektiği, sonra yanılmıyorsam trt fm stüdyosunu crr konser salonuna taşıdığı, velhasıl kelam ilk gözden çıkarılan binalardan biri.

senaryo bence belliydi zaten. kongre vadisi projesi kapsamında boşaltalım, yıkalım, he olmadı mı şimdi kiraya verelim. üvey evlat gibi kapının önüne koyalım.

cumhuriyete özgü ve modernleşmenin simgeleri olarak değer ifade eden her şey gibi bu da nobran ve barbarca yok edilecek.
iletişim fakültesi mezunu olarak nice anılarımın ev sahibi bu bina ile ilgili haberi okuduğumda ruhum ezildi.

bitmedi. bitmedi. rahmetli babam köyden kente gelen ilk kuşaktandı. 1940'lı yıllarda.
burada büyük müteahhit olmuş zamanında. ancak bilinen uyduruk müteahhitlerden değil. yani bulduğu her bir avuç toprağa apartman dikenlerden değil, şehrin önemli projelerinin yüklenicilerinden olmuş.

akm binası, sirkeci garı ve nihayetinde bu binanın yapımında taşeronluk ya da yüklenicilik adına ne derseniz işte o şekilde görev almış. ben akm ve sirkeci garı'nı biliyordum. ancak üniversite boyunca sürekli aşındırdığım o binanın yapımında babamın da olduğunu babamın vefatından sonra birlikte çalıştığı amca söyledi. inanılmaz duygulandım.

bu şehirde hepimizden ruh var biraz. o nedenle bu şehrin simgesi ve kimliğine kimlik, ruhuna ruh katan bu yapılar değersizleştirilince içim acıyor.

ne olur, yeter artık.

http://haber.sol.org.tr/…mye-veriliyor-haberi-60345

03.10.2012 23:27 ~ 05.10.2012 21:15 aydinlikta

yoksullukla yetişen bireyin unutulmazları

-üzeyir amca ekmek geldi mi? 150 gram peynir.

her sabah bakkalda tekrarlanan diyalog başlatıcı. unutulmazlardandır örneğin.

üzeyir amca'nın peynir tadı da damağımda. kireç gibi ama lezzetli.

sen oradayken başka müşteri gelir. komşundur zaten o da. (paraları var onların. ya da onların annesi ev almak için para biriktirmiyor, babasının bıraktığı parayı rahat rahat harcıyorlar.)
-üzeyir amca salam alıcam 250 gram.

beyninden vurulmuşa dönüyorsun. dolaptan çıkıyor kalınca gövdeli salam. kesiyor koca bıçağıyla üzeyir amca. markasını bile bilmediğin, ne eti olduğu belirsiz salama bakıp tadını tahmine çalışıyorsun.

ülker çikolata var tahta raflarında üzeyir bakkal'ın.
sen onu ancak bayram harçlıklarınla alabilirsin. şimdilik belki bir çokomel. ekmek ve peynirinle eve doğru. köşesi mutlaka koparılır. abi evde. her kahvaltımızın sevimsiz konukları peynir ve reçel için şarkı besteliyor.

çocukken ne çok yürürdük. sağlıklı yaşamak için değil. minibüs parası yok.
hiç değilse çizme olsaydı? yürürken çamur olmazdı külotlu çoraplarım.

neyse, bunu başka bir gün anlatırım.

06.08.2013 01:49 aydinlikta

starbucks derken?

önce karşı koyduk eleştirdik.
sonra baktık yaşlanmışız ve çağ çok hızlı değişmiş.
baktık genç değilmişiz, bayrağı teslim etmişiz.
ve gençler akın akın gidiyorlar buraya.
beslenmek için gerekli bir yer diyorum artık ben buraya. iyi bir yer.

walkman'e mucize gözüyle bakıp , takoz gibi aleti ve kasetlerini yanında taşıyan,
ilk buluşmasını pastanede yaş pasta yiyip kola içerek gerçekleştiren,
sevgilisini kartlı ankesörden aramış olan,
sokağa çıkacağı kotu ütüleyen, (eşofmanı ancak yatarken giyen)
ayakkabı boyatan,
kuaförde en fazla fön çektiren,
sevgilisiyle mektuplaşan ,
sokakta elele yürümekten çekinen
bir nesildik.

kolay değil şimdi alışmak üstünde adımızın yazdığı kağıt bardakta kahve içmek , bambu sandalyede oturarak
standdan şekeri elimizle almak kolay değil
pastanede su bardağı ile çay içmişliğimiz var
sevgiliyle esnaf lokantasında kuru fasulye yemişliğimiz bile var

facebook'umuz yoktu örneğin.
istediğimiz her an elimizin altında değildi sevgilerimiz
bir kez görüp evinde huzurla uyumak için, gece balkon altına gelen sevgililerimiz oldu bizim.

kahveyi mahalledeki kader abla'nın elinden sevmişiz gerçi.
höpürdete höpürdete içmişiz
bir de üstüne fal patlatmış kader abla.
bakıyorum hayatıma
çıkmamış dediklerinin hiçbiri.

olsun diyoruz halâ. güzeldi o günler.
kolay mı şimdi alışmak o kahveye plastik bardakta?

yine de müsterih olunsun
alışacağız alışacağız tüm bunlara.

13.11.2011 00:45 ~ 00:47 aydinlikta

22 ocak 2013 galatasaray üniversitesi yangını





  1. kırık dökük bir sevdanın, sıska anılarından birini de tarihe gömmüş yangın.
    artık önünden geçerken iki kere yanacak içim.
    ve anladım iyice, küllenmişiz biz.


    yıllar önce asistanlık sınavına girdiğim ve kazanamadığım okul.
    sınav öncesi üniversite bitirme tezimi referans olarak almışlardı. zaman içinde hep
    bir ara gidip geri alayım deyip fırsat bulamadım bir türlü. sanırım alamayacağım da...
    binlerce tez fena olsundu, yeter ki o paşalar gibi dursundu.


    bu şehrin aşağıda sayacağım anıt-yapılarına daha fazla gözümüz gibi bakmamızı
    gerektiren yangın.

    -mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi fındıklı
    -mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi beşiktaş (resim heykel müzesi yanılmıyorsam
     ve duruyorsa)
    -marmara üniversitesi haydarpaşa binası
    -haydarpaşa lisesi
    -kabataş erkek lisesi
    -selimiye kışlası
    -kuleli askeri lisesi
    -marmara üniversitesi kamu yönetimi binası
    -istanbul erkek lisesi
    -pertevniyal lisesi
    -itü maçka ve itü taşkışla binaları
    -beşiktaş anadolu lisesi
    tam four seasons ile çırağan arasında, mucizevi biçimde elektrik kontağı olmamış süper
    kelepir.ziya kalkavan denizcilik meslek lisesi binası korunmalı. ki oradaki sayılı
    anıt-yapılardan biridir. doğrudur.
    cağaoloğlu anadolu lisesi ve vefa lisesi de aynı şekilde korunmalı.

    tabi umarım bir bilgi eksikliğim yoktur da bunlar tastamam duruyorlardır yerinde.
    devlet, belediye, hükümet...birileri çok ciddi önlemler almalı. şu elektrik kontağı
    musibetiniyenebiliriz.(!) yoksa bu şehir dünsüz bir mirasyedi olacak yakında.
    diyorum ki, ben çok yol yordam bilmem. belki sözlük yönetimi katkısıyla da biz bu
    eser envanterini geliştirerek hükümete, sivil toplum örgütlerine ve yerel yönetimlere
    bir dilekçe yazsak hepimiz imzalı? bu eserlerin korunması için, yangın tertibatlarının
    yenilenmesi için ne gerekiyorsa yapılması gerektiğini, bunları ne pahasına olsun
    korumamız gerektiğini aksi durumda yetkililerin hep zan altında kalacağını yazsak.
    hoş olmaz mı?

    22.01.2013 23:40 ~ 23.01.2013 09:33
    aydinlikta

modern kadının en büyük problemi nedir?


kariyer sahibi, eğitimli ve hasbelkader hayat standardında fakirlik mertebesinden uzaklaşmış hatunlar olarak; bu zorlu yolda tutunmak için azı dişlerimiz uzadı, tırnaklarımız keser sapı gibi oldu.
gün oldu ayaklarımız koktu. gün oldu gece uyurken horladık.

kolay mıydı ki kadın zerafetini korumak ;günde 4 saat trafik,10 saat çalışma, bazen mesai , bazen seyahat, gece iş yemekleri şu bu...aldığımız büyük bütçeli sorumluluklar. hesap vermek zorunda olduğumuz bir yığın kravatlı...
he evdeki sorumluluklar da cabası.

öyle böyle derken kadın-erkek arası bir yere konumlandık.

şimdi karşımızda çıkan adamların en cesurunun hükmü birkaç gün sürüyor.
bakıp yokluyor bir.
sonra diyor ki muhtemelen;
-yok ağa bu hatun ezer bizi ,bize gelmez...

ya kız gibi güdümümüze giriyor. ya da hemen uzaklaşıp kendine daha feminen , korunmaya muhtaç,ağlak , çıtkırıldım bir kız seçiyor.

ha haksız mı? bazen düşünüyorum haksız da değiller belki.

egosu için yaşıyor insanoğlu. aşk bir ego işi.

sen adama sürekli atar yap. bi alttan alma. kucağında ağlama. çaresiz çaresiz bakma sonra da ' neden kaçtı benden?'

gerizekalı seni.


14.12.2011 23:49 aydinlikta

cep telefonu öncesi yaşam

halının köşesi kaldırılınca çocukluğa,ilk gençliğe geri gittiğim hayat.

jeton...
küçük
orta
büyük boy.

şehir içi,şehirler arası, milletler arası...

postane memurunun bile ahbap olduğu
jeton isterken sıkılınan günler...

sarı bir kabine hapsolunan telefonlar.
telefon kulübesi...
kimseler duymadan dile gelir hissedilenler.

jeton atılır
şak diye düşer içine.
bir yerde dit eder biter konuşma
yarım kalır asıl önemli sözcükler
içeri girsem , bir tane daha alsam
çoktan dolar kulübeler

bazen yutar makine jetonu üstelik.
yutarsın sözlerini...

jeton...
anne görmesin diye evde ücra yerlere konan metal sarı yuvarlak...
gövdesinde iki yarık
temiz kalmış içleri
kimbilir kimlerin elinden geçmiş önceleri

yokken cep telefonu;
kadıoğlu pastanesi'nde , mavi ay kafe'de iki saat birini bekleyebilmek
bir aksilik yoksa gelir mutlak...

gece birliğinden kaçıp , bir köyden, jetonlu telefondan arayan asker sevgili
o'na hazırlanan zarflar
denenen güzel el yazıları
senden haber alamıyorum sitemleri
ve balkondayken bir öğle vakti,
komşunun çocuğu (rahmetli ) erdal'ın yukarıya bakıp cebindeki zarfın köşesini göstermesi
uçmak
açmak zarfı
bir kağıt yazı, bir fotoğraf çıkması içinden.

ve hatırdan kaçmayan detay;
zarfın üstüne se diye bırakılan ' sevgili ' olamayan sözcük
o kadar naif sevgiler
insanların arasında ince perdeler
telefon kulübesiyle korunan ince perdeler.

az biraz ilkel ,
çokça vefa - incelik dolu günler
beklemek
özlemek
meraklanmak
biri için
ve o kişinin gelmesi , hep gelmesi...

sözleşmek ;
yarın aynı saatte , aynı yerde...
o kişinin gelmesi, hep gelmesi...

şimdi kim söz verebilir ki yarın yanında olacağına?

aklını daha fazla kullandıran hayat...
az sayıda da olsa
bildiğin numaraların kendi hafızanda durması
birini hatırlamanın makineye bağlanmamış olması...

makineye düşen jetonun sesini
egemen olamadığın ses titremesini
hangi dijital gereç yaşatabilir ki ?

14.09.2011 01:05 ~ 11.10.2011 00:48 aydinlikta

müslüm gürses anısına...

bir devir kapanıyor. nedeni, gidenlerin gerçekten derin ve büyük boşluklarına kimsenin yaklaşamaması. ölüm hep vardı, hep varolacak. ancak ülkemizde bir kültür kırılması yaşandı ve bize lale devri yaşatan bu büyük insanlar güzel atlarına binip gittiler. ve en acısı varisleri yoktu. meydan sanat adı altında yapılan şaklabanlıklara kaldı.

-zeki müren var mı bir tane daha?
-sadri alışık ?
-barış manço ?
-ahmet kaya ?
-gazanfer özcan ?
-müşfik kenter ?
-neşet ertaş ?
-mehmet ali birand ?
-müzeyyen senar ? (yaşıyor ama işte...)
-ferdi özbeğen ?
-cem karaca ?

ve nihayetinde elbette müslüm gürses.

160 küsür albümü varmış. plak, kaset, cd... jiletçi bir kıro kimilerine göre. benim ölçeğim ise toplumun ne kadar içini titrettiği.

keşke toplumumuzun büyük kesimi frank sinatra, leonard cohen, luis armstrong, edith piaf filan dinleyen insanlardan oluşsa. ancak hepimizin soy ağacında iki kuşak öte gittiğimizde karşılaşacağımız şey ırgat bir aile. ki ben bundan gocunmuyorum. gerçeğimden kopuk yaşamak asıl beni korkutan.
ve hiç kolay olmuyor kırsallığı atmak. bir resime bakıp hayran kalmak, sergi gezmek, opera- bale izlemek ve bundan keyif duymak. belki bu yüzden bir senfoni dinlediğimizde gözlerimizi kapatıp kendimizi karlı bir kış sabahı viyana'da hissedemiyoruz. yaptığımız, katıldığımız sanatsal etkinlik denen şeyler çoğunlukla özenti ve üst sınıfa dahil olma çabasıyla yapıldığı için üstümüzde şık durmuyor.

elbette ben geneli konuşuyorum. mutlaka içimizde gerçekten "temiz türkler" vardır.

her neyse, hülasa kelam, güzel atlarına binen güzel insanlardan biri, belki de en güzeliydi.
30 senesini ben sayabiliyorum, bir insana kaşının üstünde gözü var dediği duyulmadı. bir hatunla bar çıkışı görülmedi. kimseyi dolandırmadı, ticaret yapıp türlü kirliliklere bulaşmadı.

sakin sakin hüzünlü sesiyle içimizi burdu burdu, aynı asaletle gitti.

murathan mungan'ı çok sevmeme rağmen müslüm gürses konusundaki hassasiyetimin onunla hiç ilgisi yok. damar arabesk dinleyen biri de değilim ki baba baba diye yanayım. üzüntüme ve hassasiyetime sebep şu sanırsam;

bu toplumun böyle sakin, egosuz, hırssız, zararsız, naif insanlara o kadar ihtiyacı var ki. bir insan düşünün ki milyonlarca hayranı kendisini parçalıyor onu görünce, onun sesini duyunca ( sapkın ama gerçek işte), o insan bir kez olsun; "benim hayranlarım" şöyle böyle demez mi? hiç mi demez? "benim şarkılarım, müziğim, filmim şu başarım" demeden adamcağız gitti aramızdan.
eksildik işte.

kendini çok önemli gören insanlar bir pay alsın diyeceğim ama inanasım yok buna.

mekanı cennet olsun tekrar tekrar.

05.03.2013 00:06 ~ 08:57 aydinlikta

müslüm gürses

çocukluğumda bir akrabamızla gülhane konserini izlemişliğim vardır.
beyaz takım elbisesiyle sahnede çok heybetli duruyordu. yanımızda yöremizde jiletçiler vardı gerçekten. ağaç tepelerine filan tırmanmışlardı. tabi anlamlandırmak mümkün olmamıştı.

ben biraz naif, ezik görürüm hep. sanatçılara özgü afra, tafra küstahlığı olmayan. dalga geçilse gülerek karşılayan şeker gibi bir adam.

ayrıca birkaç şarkısı ve o şarkılardaki yorumu da uzay bence.
biraz nostalji isteyenlere öncelikle;
(bkz: gülhane konserleri)

sonra baba eserleri:
(bkz: bir kadın tanıdım)
(bkz: martılar ismini gelir fısıldar)
(bkz: hasret rüzgarları)

acil şifalar diliyorum.

20.11.2012 00:11 aydinlikta

yorgunum aşağı iner misiniz diyen kargocu


biraz empatiyi hakeder 
en ağır işlerden birini üstlenmiş omuzlarıyla...

bir kargo şubesi sabah 7 sularında açılır.

önce merkezden kargo aracı boşaltılır. bir sürü teferruatı vardır ama kamyonlar insan gücüyle boşaltılır diye özetleyeyim.

sonra inen kargoların işlemleri yapılır ve dağıtım yönüne ve tipine göre ayrılır.
yani koli ise araçlar, dosya tabir edilen poşet ise yaya kuryeler paylaşır.

yaya kuryeler omuzlar bu poşetleri ve yürüyüş başlar.

asgari lise mezunu,çoğunlukla çelimsiz bu kurye arkadaşımız asgari ücretle çalışır.

omzundaki çantanın ağırlığı artar o sokakları adımladıkça.
merdivenleri çıktıkça...

öğleden sonraya kadar sürer dağıtımı. şubenin çalışma sahasının büyüklüğüne göre ki büyük şehirler için bu saha küçük bir il kadar geniştir, 3-4 saat sürer yürüyüş.

şubeye varır. öğle aracı gelmiştir. boşaltmaya yardım eder. şubede iş varsa yardım eder.

sonra alım başlar. bu kez telefonla bildirilen ve rutin uğraması gereken noktalara alım için yürür kurye.

saat 19:00 sularında biter alım.
şubeye döner.

bu kez gitmesi gereken kargolar hazırlanmaya başlar.
yine koli taşımak,yine araç yüklemek...

devamında şube kapanış işlemleri...

akşam 21:00 civarında biter iş ancak.
evine yürür bu kez.

servis filan yoktur kargo şubelerinde.

insan düşünür bazen.
hiç mi ağrımaz o omuzlar ?
bu kadar yük ağır gelmez mi buncacık çocuğa?
gece ayakları sızlamaz mı?
ve çoğu evlidir. nasıl geçinilir bu parayla ?

insan olduğumuzu ara sıra hatırlamak dileği ile.

09.12.2011 00:55 aydinlikta

beklenen büyük istanbul depremi

geldiğinde bir çoğumuzu götürecek olandır. (eğer halâ hayatta isek)

-arama ve kurtarma diye bir şey olmayacak. zira binlerce bina, yollar, köprüler yıkılacak ve o dar sokaklara zinhar kurtarma aracı giremeyecektir. zaten milyonlarca insan etkileneceğinden yüzlerle ifade edilebilecek kurtarma ekipleri sayısal manada yeterli gelmeyecektir.

-diyelim enkaz altından çıktınız, tedavi olmanız mümkün olmayacak, hastane ve tıbbi ekip yetersiz olacaktır.

-diyelim tamamen sağ kurtuldunuz. açlıktan öleceksiniz. sağlam kalan gıdalar yağma ve talan usülü ile tüketilecektir.

-zaten kış mevsiminde olursa hayatta kalma şansınız yok. çadır ve benzer korunaklar yine olamayacağı için donacaksınız.

-bunlar da olmadı diyelim. salgın hastalıklar nedeniyle ölüm kapınızı çalacak.

-hepsinden yırttınız, dokuz canlısınız diyelim. ilerleyen süreçte yüzlerce iş yeri yok olup , iş kolu biteceğinden
işsizlik ve fakirlik olacak. sefil bir ömür sizi bekliyor olacak.

peki çözüm?
güvenli evler. evimizi güvenli hale getireceğiz.
paramız varsa; zemini iyi olan bir bölgede kendi evimizi inşa edeceğiz.
paramız az ise ; kiracı olarak da olsa deprem yönetmeliğine uygun olan evlere taşınacağız.
evimizde , arabamızda erzak, battaniye gibi tedariklerimiz olacak.

istanbullu'nun başka kurtuluşu yoktur.

10.11.2011 00:18 ~ 00:21 aydinlikta

çocukluğun kapatılmamış hesapları

birinci sınıftaydım.
beş yaşımda okula başladığım için üçüncü sınıfa giden abim bana sürekli refakat ediyordu.

her teneffüste beni sınıfımdan alıyor, elini omzuma atıyor öyle dolaştırıyordu bahçede.

ismini şimdi hatırlayamadığım bir arkadaş edinmiştim sınıftan. bu kez üçümüz dolaşmaya başladık her teneffüs.

bir gün yine teneffüste, bahçede arkadaşım koşmaya başladı
-yakalasanaaa, yakalasanaaa
diyerek.
koştum arkasından. abim de benim arkamdan.
yetişemeyince bir küçük taş atmış arkamdan. o taş nöbetçi öğretmen hanımefendinin topuğuna denk gelmiş.

bu kez abim kolumdan çekiştiriyor fakat ben ne olduğunu anlamadığımdan koşmuyorum.

koridorda yakalıyor öğretmen abimi. vurmaya başlıyor. kulaklarını tırnaklarıyla deşiyor, yüzüne attığı tokatlar içimde patlıyor.

sonrası olaylar olaylar. annem geliyor. son derece uslu ve çalışkan bir öğrenci olan abime yapılan bu saldırı infial yaratıyor okulda.
öğretmen okuldan uzaklaştırma alıyor...

o gün bugün içimde durur o dehşet anları.

son beş yıldır abimle birlikte çalışıyorum onun şirketinde.
ve refleksim hep aynı konuda yoğunlaşıyor.
''abimi dövdürmemeliyim'' müşteri, personel, şu, bu...kim olursa olsun karşımda; şımarıklık etmemeliyim.

abimi dövdürmemeliyim.

06.05.2012 01:08 , aydinlikta

hiçbir zaman evlenemeyeceğini anlamak...

değinildiği gibi. kör topal evlenebilirsin istesen. herkesin her dönemde çevresinde birileri olur.

burada insanın içini kıyan sorun şudur;
güzel güzel aşık olup, mis gibi acılar çekip, emek verip, arzu edip, arzulanıp cömertçe harcadığın bir zaman dilimi ve enerji var geçmişinde. yirmili yaşların hemen başında.
üstünden yıllar geçti. artık aşık olamıyorsun. sevemiyorsun. eskisi kadar istemiyor, katlanamıyorsun. 
yıllar ve enerjin geri de gelmiyor. kayıp. oysa o yıllarda yaşadıklarının hayatına direkt etki edeceğini hatta geleceğini şekillendireceğini hesaplamamıştın. 

sen ütopyalarının peşinde uçarken ayağı yere basan arkadaşların iyi bir işi maaşı olan, eli yüzü düzgün, munis çocuklarla evlendi. çoluk çocuk sahibi oldu. fırtınalı aşklar, muhteşem tutkular umurlarında değildi onların. 
sen yere çakıldığın an artık dönüşü olmayan bir yola girdiğini anladın.
şimdi önüne ilk çıkan kişiyle evlenmeyi gururuna da yediremezsin. gül bahçesi hikayesinin öznesi olmak istemezsin.

kader diyip geçeceksin. kalan enerjini başka şeylerde kullanacaksın. huzurlu bir hayat. sakin... belki yuvadan bir sabiyi evlat edinmek, kimbilir? ama asla olmayacak ilişkilerin, seni mutlu etmeyecek sığ adamların peşine gitme. olmayacak dualara amin deyip olgun çağında kendini ezme!

ne çektik be!

1/4/2013

iş hayatı...

öylesine sikimsonik bir menem ki bu.

bahsettiğim; alın teriyle demircilik yapan, kuyumculuk yapan ne bileyim merdiven silen emekçilerin bulunduğu ortam değil.

plaza ve +/- şirketlerde çevrilen film olan.

yirmi yıl oku. torpille ya da yüksek çabalarla bir masaya otur.
işssizken aylık harcaman üç yüz lira olsun. işe asgari ücretle girmiş ol. aylık masrafın hemen hoop beşyüz-altıyüz lira.
yol, ıvır kıvır masraflar, giyim kuşam vs...

terfi ettin, bir miktar durumun düzeldi. maaş oldu ikibin beşyüz lira. hemen girilen araba taksidi, alınan ayfon, nevizade gezmeleri, kanyon öğle yemekleri. oldu mu sana masraf bin sekiz yüz lira?

üst düzey yönetici oldun ya da iş değiştirdin.
maaş dörtbin oldu. hemen ağaoğlu my fayır evine mortgage dalış. diğer masraflarda bazı ufak artışlar tabi hayat değişince, masraf oldu sana üçbin yedi yüz.

gelelim diğer tarafına. durum düzeldikçe uğraşılan insan sayısındaki artış. üste çıkıldıkça patrona, yöneticiye, müşteriye kendini sevdirme çabaları. öğle saatlerinde takım elbise ile ya da topuklu ayakkabı ile gidilen ev yemekleri restoranı.

karnıyarık kokusunun firi şoptan alınan armani kod femme kokusunun üstüne çıkması.
asansör beklemek bolca. yemekte şirketin gidişatından sosyal haklardan filan sözetmek. bırokır düzeyinde borsa bilgisi.
gurme düzeyinde mantar soslu bonfile. degüstatör düzeyinde şarap tadımı.

selin bana telefon bağlama. toplantı toplantı toplantı... akar akar akar.

off o kadar sikimsonik o kadar sikimsonik ki...