22 Eylül 2013 Pazar

cep telefonu öncesi yaşam

halının köşesi kaldırılınca çocukluğa,ilk gençliğe geri gittiğim hayat.

jeton...
küçük
orta
büyük boy.

şehir içi,şehirler arası, milletler arası...

postane memurunun bile ahbap olduğu
jeton isterken sıkılınan günler...

sarı bir kabine hapsolunan telefonlar.
telefon kulübesi...
kimseler duymadan dile gelir hissedilenler.

jeton atılır
şak diye düşer içine.
bir yerde dit eder biter konuşma
yarım kalır asıl önemli sözcükler
içeri girsem , bir tane daha alsam
çoktan dolar kulübeler

bazen yutar makine jetonu üstelik.
yutarsın sözlerini...

jeton...
anne görmesin diye evde ücra yerlere konan metal sarı yuvarlak...
gövdesinde iki yarık
temiz kalmış içleri
kimbilir kimlerin elinden geçmiş önceleri

yokken cep telefonu;
kadıoğlu pastanesi'nde , mavi ay kafe'de iki saat birini bekleyebilmek
bir aksilik yoksa gelir mutlak...

gece birliğinden kaçıp , bir köyden, jetonlu telefondan arayan asker sevgili
o'na hazırlanan zarflar
denenen güzel el yazıları
senden haber alamıyorum sitemleri
ve balkondayken bir öğle vakti,
komşunun çocuğu (rahmetli ) erdal'ın yukarıya bakıp cebindeki zarfın köşesini göstermesi
uçmak
açmak zarfı
bir kağıt yazı, bir fotoğraf çıkması içinden.

ve hatırdan kaçmayan detay;
zarfın üstüne se diye bırakılan ' sevgili ' olamayan sözcük
o kadar naif sevgiler
insanların arasında ince perdeler
telefon kulübesiyle korunan ince perdeler.

az biraz ilkel ,
çokça vefa - incelik dolu günler
beklemek
özlemek
meraklanmak
biri için
ve o kişinin gelmesi , hep gelmesi...

sözleşmek ;
yarın aynı saatte , aynı yerde...
o kişinin gelmesi, hep gelmesi...

şimdi kim söz verebilir ki yarın yanında olacağına?

aklını daha fazla kullandıran hayat...
az sayıda da olsa
bildiğin numaraların kendi hafızanda durması
birini hatırlamanın makineye bağlanmamış olması...

makineye düşen jetonun sesini
egemen olamadığın ses titremesini
hangi dijital gereç yaşatabilir ki ?

14.09.2011 01:05 ~ 11.10.2011 00:48 aydinlikta

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder